Vergi, Maliye, Ekonomi, Sosyal Güvenlik, Ticaret Hukuku Hakkındaki Herşey

Vergi

Emrah AKIN
Emrah AKIN
1860OKUNMA

KDV Reformunun Olmazsa Olmazları

Katma Değer Vergisi (KDV) Kanunu 1984’te kabul edilip, 1985’te yürürlüğe girdiği günden beri en çok tartışılan vergi kanunlarından birisi. Otuziki yıllık KDV uygulaması, bize verginin getirilmesindeki amaçlardan ciddi bir biçimde sapıldığını gösteriyor. Reform çabası da temel motivasyonunu bu noktadan alıyor.

KDV’ye yakından bakalım…

KDV Kanunu altmışüç madde ve otuzyedi geçici maddeden oluşuyor. Kanun’un uygulanmasına yönelik usul ve esasların açıklandığı KDV Genel Uygulama Tebliği (KDVGUT) Mayıs 2014’te yürürlüğe girene kadar, tam yüzyirmiüç adet de KDV Genel Tebliği yayımlanmıştı. Altını çizelim, KDVGUT de yürürlüğe girmesinden bu yana ondört defa değişikliğe uğradı. Özetle gün geçtikçe karmaşıklaşan ve güncel ekonomik pratiği izlemekte zorlanan bir KDV karşısındayız.

KDV, bir mal veya hizmetin üretimi veya ithalinden nihai tüketicisine intikaline kadar geçen her safhayı kapsayan ve her safhada yaratılan katma değeri vergilendirmeyi amaçlayan modern karakterli bir vergi. Bu işleyişin en temel noktasında da her safhada hesaplanan vergiden alım ve giderler için ödenen KDV’nin indirilmesi mekanizması var. Bu mekanizmanın işlemediği veya yavaşladığı her noktada sistem de ciddi sıkıntılar yaratmaya başlıyor.

Sistemin temel amacını, vergi yükünün nihai tüketici üzerinde kalmasının sağlamak olarak tespit etmek mümkün. Ancak zaman içerisinde hızla artan ve karmaşıklaşan istisna, muafiyet ve benzeri düzenlemelerle sistemin amacından saptığı ve KDV yükünün nihai tüketiciden ziyade işletmelerin üzerinde birikmeye başladığı göze çarpıyor.

2017’de mükelleflere iade edilmesi planlanan 44,8 milyar TL ve işletmelerin üzerinde bekleyen 140 milyar TL civarındaki “devreden KDV” de sorunun temel tıkanıklık noktalarına işaret ediyor. İşin bütçe tarafında ise 130 milyar TL gelir sınırını aşan ve vergi gelirlerinin yüzde 25’inden fazlasını temsil eden bir KDV görüyoruz. Belirttiğimiz bu noktalar, bir bakıma atılacak reform adımlarının zorluğuna da işaret ediyorlar.

Özetle, geçici çözümlerden ziyade, radikal çözüm önerilerine ihtiyaç duyan ve ciddi bir gelir kaybına da kolay kolay tahammül edemeyeceğimiz bir KDV sistemimiz olduğu kamu ve özel kesim tarafından kabul edilen bir gerçeğe dönüşmüş durumda.

Reformun satırbaşlarında neler olmalı?

Şimdi müstakbel reformun içinde yer alması elzem bazı noktaların altını çizmeye çalışalım.

Grup Vergilemesi

Aynı gruba bağlı birden fazla mükellefin bir “grup” oluşturması ve grup adına KDV ile ilgili yükümlülüklerini tek elden yürütülmesine yönelik bir düzenleme mevcut KDV sistemimizin yapısında bulunmuyor. Modern KDV uygulamasına sahip ülkelerde “finansal, ekonomik ve/veya organizasyonel” olarak birbiriyle ilişkili tüzel kişilerin KDV yönünden bir grup oluşturması ve konsolide tek bir KDV beyannamesi vermesi uygulamasını sıkça görüyoruz. Almanya, Belçika, Hollanda, İngiltere ve Singapur grup verilendirmesi uygulaması bakımından adını anabileceğimiz ülkeler. Grup verilendirmesi uygulaması, belirli kriterleri sağlayan tüm işletmeler için Almanya ve Hollanda’da zorunlu bir uygulama olarak karşımıza çıkıyor. Örnek verdiğimiz Belçika ve İngiltere gibi diğer ülkelerde ise, mükelleflerin grup oluşturma talepleri vergi idaresi tarafından değerlendirilmekte ve uygun bulunan mükellefler için grup oluşturulmasına izin verilmekte.

Grup vergilendirmesi uygulaması, aynı gerçek/tüzel kişiler tarafından kontrol edilen işletmelerin birinde ödenecek vergi çıkması, diğerinde ise devreden vergi çıktığı hallerde, grup şirketlerine ciddi avantajlar sağlayabilecek bir uygulama. Ayrıca bu uygulama sayesinde, toplam devreden KDV tutarını düşürmek suretiyle KDV iadesine yönelik talepler de azaltılabilecek gibi görünüyor.

KDV Mükellefiyeti İçin Satış/Hasılat Sınırı ve Düz Oran

Mevcut KDV uygulamamızda, “basit usulde” vergilendirilen mükellefler tarafından yapılan teslim ve hizmetler KDV’den istisna tutuluyor. Modern KDV sistemlerinde, KDV mükellefiyeti tesisi için çeşitli satış hadlerinin belirlendiği, ayrıca satışı belirli rakamların altında olan mükellefler için de sadece satış tutarları üzerinden (indirilecek KDV dikkate alınmaksızın) farklı oranlarla KDV’nin hesaplandığı uygulamalar göze çarpıyor.

Türkiye için bu konuda karma bir model dikkate alınabilir;

  • Basit usulde vergilendirilen gerçek kişiler haricinde, Bakanlar Kurulu tarafından belirlenecek bazı hadlerin altında satış hasılatına (sektörler itibariyle farklı hadler de belirlenebilir) sahip olan işletmeler için hiç KDV mükellefiyeti tesis ettirmemesi uygulaması getirilebilir. Bu sayede, iştirak hissesi elde tutma haricinde aktif bir ticari faaliyeti bulunmayan holding şirketleri, gayrifaal şirketler, tasfiye halindeki şirketler gibi mükellefler her ay boş dahi olsa KDV beyannamesi verme yükümlülüğünden kurtulacaklardır.
  • Yukarıda belirtilen uygulamaya ek olarak, belirlenecek diğer bir satış hasılatına sahip mükelleflerin Maliye Bakanlığı’nın onayıyla yılda bir defa KDV beyannamesi vermeleri ve bu beyanname üzerinden sektörlerine özel olarak belirlenen sabit bir KDV oranı üzerinden vergi ödemeleri sağlanabilir. Bu işletmelerin, faaliyetleri çerçevesinde yıl içinde yüklendikleri KDV’nin ise indirim konusu yapılmayacağını not edelim.

Not edelim, Almanya, Belçika, Hollanda ve İngiltere’de sadece iştirak hissesi elde bulunduran ve faal olarak ticari bir faaliyetle uğraşmayan “holding şirketleri” de KDV mükellefi olarak kabul edilmemekteler.

KDV oranları ne olacak?

Genel KDV oranımız olan yüzde 18’in, yüzde 19 civarında olan OECD ülkelerindeki “dolaylı vergi” oranları ortalaması altında olduğunu belirtelim; genel KDV oranın İngiltere’de yüzde 20, Belçika ve Hollanda’da yüzde 21 ve Almanya’da yüzde 19 olduğunu da not edelim. Özetle genel orandan ziyade yüzde 1 ve 8’lik indirimli oranlar üzerinde kafa yormak sistemin reforme edilmesi açısından daha kıymetli olacak gibi görünüyor. Bu noktada belirtelim, yukarıda örnek verdiğimiz ülkelerin hepsinde, Türkiye gibi çoklu, (iki, üç veya dört) KDV oranı olan modeller yürürlükte.

Modern ekonomik yapılara ve bu yapılara uygun KDV sistemine sahip olan ülkelerin neredeyse tamamında “yüzde 0” KDV oranının uygulandığı teslim ve hizmetlerin olduğu dikkat çekiyor. Ülkemizde KDV’den istisna edilen çoğu teslim ve hizmetin, bu ülkelerde istisna uygulaması yerine “yüzde 0” KDV’ye tabi tutulduğu tespitini yapalım. Özetle, ülkemizde mevcut uygulamada KDV’den istisna edilen birçok teslim ve hizmet için vergi oranının “yüzde 0” olarak uygulanması oldukça yararlı sonuçlar verebilir. Bir teslim veya hizmeti KDV’den istisna etmek için mevcut uygulamada kanun değişikliği gerekirken; yapılacak bu değişiklik çerçevesinde Bakanlar Kurulu Kararı ile bazı teslim ve hizmetlerin yüzde 0 KDV’ye tabi tutulması sağlanabilecektir. Bu yöntemle Bakanlar Kurulu önemli bir maliye politikası aracını oldukça hızlı bir şekilde kullanabilecektir.

Yüzde 0 KDV oranı, ayrıca “kayıt dışılığın” yüksek olduğu sektörleri kayıt altına almak için de önemli bir araç olarak kullanılabilecektir. Şöyle ki; kayıt dışılığın yüksek olduğu sektörler 1-3-5 yıllık süreler itibariyle yüzde 0 KDV oranına tabi tutularak belge düzenin yerleşmesi sağlanabilecek; akabinde bu sektörlere yüzde 8 indirimli veya yüzde 18 genel oran tatbik edilebilecektir.

KDV Kanunumuzda 5 ayrı maddede (11, 13, 14, 15 ve 17/4-s) yer alan alt başlıklarıyla birlikte 26 adet “tam istisna”; kültür ve eğitim, sosyal ve askeri amaçlı 8 adet ve diğer istisnalarda ise 24 adet “kısmı istisna” bulunmaktadır. Geçici maddelerle düzenlenmiş olan 6 adet indirim ve iade hakkı tanınan istisna ile 8 adet de diğer istisnayı da anmadan geçmeyelim. Kısmi istisnalardan, 17’nci maddenin 4’üncü fıkrası olan “Diğer İstisnalar”ın da bent olarak (z) dâhil alfabemizdeki tüm harfleri tüketmiş olduğunu da vurgulayalım. KDV’den istisna edilen teslim ve hizmetlerin büyük kısmının yüzde 0 KDV’ye tabi tutulması hem istisna yapısını sadeleştirecek; hem de istisna uygulaması dışına alınan teslim ve hizmetler “vergi harcaması” olarak da değerlendirilmeyecekleri için Bütçe bağlamında kıymetli sonuçlar doğacağını söyleyebiliriz.

Devreden KDV’nin mükellefe iadesi reformun vazgeçilmez unsuru olmalı!

Mükellefler aşağıda belirtilen işlemlere ilişkin olarak yüklendikleri ve indirimle gideremedikleri KDV’nin, nakden ve/veya mahsuben iadesini isteyebiliyorlar.

  • Tam istisna kapsamına giren işlemler (KDVK m.32)
  • İndirimli orana tabi işlemler (KDVK m.29/2)
  • KDV tevkifatına tabi işlemler (KDVK m.9 ve m.29/4)
  • Fazla ve Yersiz Hesaplanan KDV’nin İadesi (KDVK m.8/2)

Sürtünmesiz ve çok hızlı çalışan bir iade sistemimiz olduğunu söylememiz oldukça zor. İadelerin geç alınabilmesi bir yana; iade sistemimiz, gün geçtikçe karmaşıklaşan ve mükellefler üzerinde ciddi bir iade takip ve tahsil maliyeti de yaratan bir sistem. İade yapısının, zaman içinde sistemin en büyük kanayan yarasına dönüştüğünü söyleyebiliriz.

Almanya, Belçika, Hollanda, İngiltere, Singapur ve Güney Kore gibi ülkelerde, belirli işlemlere bağlı olarak indirim yoluyla giderilemeyen KDV’nin iadesi uygulaması yerine, “Devreden KDV’nin İadesi” uygulamasının varlığı dikkat çekiyor.

Örneğin İngiltere’de devreden KDV, ilgili dönem beyannamenin verilmesini takip eden 30 gün içerisinde mükellefe iade edilmektedir. İdare, bu süre içerisinde iadeyi yapamaması durumunda, mükellefe iadesi gereken verginin belli bir oranı kadar ilave tazminat ödemesi yapmak zorunda da kalmakta.

Devreden KDV’nin sebebine bakılmaksızın (istisna faaliyetler, indirimli orana tabi satışlar, yeni yatırımlar vb.) iadesi uygulamasının, ülkemiz için de anahtar önemde bir reform olacağı rahatlıkla söylenebilir.

140 milyar TL civarında olduğu tahmin edilen mevcut devreden KDV stokumuz göz önünde bulundurulduğunda, bu uygulamanın belirli bir tarihten sonra doğacak (örneğin 01.01.2018 ya da 01.01.2019 gibi) devreden KDV’deki artışlar için uygulanması bütçe dengeleri bakımından daha doğru olacak gibi görünüyor. Belirlenen tarihten önceki dönemlere ilişkin devreden KDV ise, mevcut mevzuatta yer alan düzenlemeler çerçevesinde ve tutarına göre farklı mekanizmalarla mükellefe iade edilebilir.

Her ay beyanname vermek elzem mi?

KDV’de vergilendirme dönemi, Maliye Bakanlığına verilen yetki çerçevesinde, gerçek usulde vergilendirilen KDV mükellefleri için mali yılın birer aylık dönemleri olarak belirlenmiş durumda. Beyannameler, vergilendirme dönemini takip eden ayın 24. günü akşamına kadar ilgili vergi dairesine veriliyor ve ayın 26. günü akşamına kadar da ödeniyor. Herhangi bir vergileme döneminde vergiye tabi işlemleri bulunmayan mükelleflerin de beyanname vermek zorunda olduklarını not edelim.

Beyan dönemlerinin “aylık” olarak uygulanması hem mükellefler hem de vergi idaresi için ciddi bir iş yükü ve maliyet yaratmakta. Bu bağlamda KDV beyannamelerinin genel uygulama olarak “üçer aylık dönemler” itibariyle verilmesi daha yararlı olabilir. Mükellefin haklı bir gerekçe (örneğin KDV iadesi alınması gibi) göstererek talebi ve Maliye Bakanlığı’nın uygun bulması üzerine istisnai olarak aylık beyan dönemine de geçilebilmeli.

Özel Tüketim Vergisi KDV matrahına dâhil olmalı mı?

ÖTV’nin KDV matrahına dâhil olması, “verginin vergisinin” alındığına yönelik olarak uzun bir süredir ciddi olarak eleştirilmekte. KDV matrahına dâhil edilen ÖTV hem ilgili mal üzerindeki toplam vergi yükünü arttırmakta; hem de nispi karakterli iki verginin etkisi kendi oran toplamlarını geçmekte ve malın fiyatındaki değişimlerin enflasyona yansıması daha dramatik olmakta. Yeri gelmişken belirtelim, 6802 sayılı Kanun’un 39’ncu maddesi uyarınca Özel İletişim Vergisinin (ÖİV) ÖTV’den farklı olarak KDV matrahına dâhil edilmiyor.

KDV matrahının unsurları arasında tanımlanan bir “vergi”, vergi tekniği ve adaleti açısından daha kabul edilebilir niteliklere sahip olmalı. Sınırlı bazı malların tüketimini vergilendiren ve karakter olarak KDV’ye oldukça benzeyen başka bir verginin KDV matrahına dâhil edilmesi ve bu verginin tutarı üzerinden de KDV alınması vergi adaletini ciddi biçimde sarsmakta. Önüne gelen bir davada Anayasa Mahkemesi tarafından aksi bir karar verilmiş olsa bile; ÖTV’nin de ÖİV gibi KDV matrahına dâhil edilmemesi takdir edilecek bir reform adımı olacak gibi görünüyor.

Sorumlu Vergicilik Bakışıyla…

2016’da -dâhilde ve ithalde- toplam 130,6 milyar TL KDV Hazine’nin kasasına girdi. Özetle geçtiğimiz yıl bütçe vergi gelirlerinin %28,5’i KDV’den gelmiş durumda. KDV’de başlanacak bir reform hareketinde en çok sorgulanacak alan da burası olacağa benziyor. Altını kalın çizgilerle çizelim, yapılacak bir reform neticesinde, eğer günün ekonomik gereklerine uygun, karmaşıklıktan uzak, anlaşılır ve kayıtdışını hedef alan bir KDV yapısı oluşturulabilirse, bu reformdan elde edilecek ekonomik ve mali fayda oluşması muhtemel mali maliyetin katbekat üzerinde olacaktır.

Yorumlarınızı Bize Yazınız

Soru Sor