Vergi, Maliye, Ekonomi, Sosyal Güvenlik, Ticaret Hukuku Hakkındaki Herşey

Ekonomi, Maliye

Güney Ferhat BATI
Güney Ferhat BATI
3125OKUNMA

Türkiye – AB İlişkileri ve Gümrük Birliği

Türkiye-AB ilişkilerini ‘sonu gelmeyen bir hikâye’ olarak tarif etmek yerinde olacaktır. Türkiye özelinde altmış yıl üyelik için bekletilmek hikâye olmaktan çıktı. Bu hikâye olmaktan öte ‘’AB’’ sevdası için çabalayan karşılıksız (platonik) bir aşk romanına, hatta ciltlik ansiklopedi’ye dönüşür! Gerek ülkemizde gerekse AB’de nice politika yapıcılar gelip geçti, maalesef hala aynı nakarat devam etmekte üzerinize düşen yükümlülükleri yerine getirmelisiniz. Şunu AB’ye sormak lazım. Muhakeme yapsalar iyi olur. Bu süreçte hakikaten samimi oldular mı? Hiçbir zaman samimi olmadıklarını farkındalar/biliyoruz zaten. Türkiye’nin sabrı ve takati kalmadı desek bile, yine de hedef AB’ye tam üyelik hedefinden vazgeçmemek olmalı. Dönemin Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Fatin Rüştü Zorlu’nun: ‘’Yunanistan kendisini boş bir havuza atsa bile onu yalnız bırakmaya gelmez, tereddüt etmeden siz de atlayacaksınız’’ sözleri Türkiye’nin AB’ye başvuru sürecinin seyrini izlemek açısından önemli ve manidardır.

Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin uzun bir geçmişi olduğu aşikârdır. Türkiye, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) kurulmasının ardından, 1959 yılında, Topluluğa tam üye olunması için başvuruda bulunmuştur. Cumhuriyetin kurulmasından bugüne kadar geçen süre içinde, hatta daha öncesinden beri, batılılaşma ile modernleşme kavramının eş tutulması, ülkemizi; özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kıta Avrupa’sına veya onu merkez alarak kurulan ekonomik, siyasi ve güvenlik oluşumlarının tümüne katılmaya yöneltmiştir. Bundan dolayıdır ki Türkiye; Avrupa Konseyi, AGİT, OECD ve NATO’ya üye olmuştur. Aynı neden, Türkiye’yi Avrupa’nın bu en iddialı ekonomik bütünleşme (entegrasyon) hareketine karşı kayıtsız kalmamaya sevk etmiştir. Dolayısıyla AB ile bütünleşme sürecinin başlangıçtan itibaren, ülkemiz için gerek ekonomik gerekse siyasi amaçlar doğrultusunda olduğunu belirtmeliyiz. Türkiye’nin tam üyelik başvurusuna o zamanki adı ile AET tarafından verilen cevapta; Türkiye’nin kalkınma düzeyinin tam üyeliğin gereklerini yerine getirmeye yeterli olmadığı bildirilmiş ve tam üyelik koşulları gerçekleştirilinceye kadar geçerli olacak bir ‘Ortaklık Antlaşması’ imzalanması önerilmişti. Söz konusu antlaşma, 12 Eylül 1963 tarihinde, Ankara’da imzalanmıştır. ‘’Ankara Antlaşması’’ doğrultusunda kurulan Türkiye-AB ortaklık ilişkisinin nihai hedefi ise Türkiye’nin böylesine önemli bir ekonomik topluluğa (Birliğe) tam üyeliğidir.

Ankara antlaşması çerçevesinde; hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve nihai dönem olarak üç devre öngörülmüştür. Geçiş döneminin sonunda ise Gümrük Birliğinin tamamlanması planlanmıştır. Antlaşmada öngörülen hazırlık döneminin sona ermesinin ardından, 13 Kasım 1970 tarihinde imzalanan ve 1973 yılında yürürlüğe giren ‘Katma Protokol’de geçiş döneminin hükümleri ve tarafların üstleneceği yükümlülükler belirlenmiştir. Ne var ki ‘Ankara Antlaşması’ ve ‘Katma Protokol’ öngörüldüğü şekilde uygulanamamıştır. Türkiye tarafından kendi yükümlülüklerinin yerine getirilmemesinin ve Topluluk ile ilişkilere soğuk bakılmaya başlanmasının ardından, Topluluk tarafından da kendi yükümlülüklerinin aksatılmaması benimsenmiş ve ortaklık ilişkisinin geliştirilmesi yönünde çaba harcamaktan kaçınılması başlatılmıştı. Başlangıçta sadece ekonomik olan sorunlar, 12 Eylül 1980 (darbe) döneminde ve Yunanistan’ın 1981 yılında Topluluğa tam üye olması ile birlikte siyasi boyutta kazanmaya başlamıştır. Türkiye-AT (Avrupa Topluluğu) ilişkileri dondurulmuş ve mali işbirliğine son verilmiştir. Katma Protokolün ise sadece ticari hükümleri işletilmeye devam edilmiş, diğer bütün hükümleri ise atıl kalmıştır.

Türkiye’de 1983 yılında sivil idarenin yeniden kurulması Türkiye-AB arasındaki ilişkileri yeniden canlandırmıştır. Türkiye tarafından hem 14 Nisan 1987 tarihinde, AB’ye tam üyelik müracaatında bulunulmuş hem de ertelenmiş bulunan gümrük vergileri uyum ve indirim takvimi, 1988 yılından itibaren hızlandırılmış bir şekilde yeniden yürürlüğe alınmıştır. AB Komisyonu tarafından, 1989 yılında, Türkiye’nin tam üyelik müracaatına verilen cevap metninde; ‘’Türkiye’nin AB’ye tam üyelik konusundaki ehliyetinin kabul edildiği, ancak; Topluluğun kendi içindeki derinleşme sürecinin tamamlanmasına ve gelecek genişlemesine kadar beklenmesi ve Türkiye ile Gümrük Birliği sürecinin bu arada tamamlanması önerilmiştir’’. Türkiye tarafından da öneri olumlu değerlendirilmiş ve Gümrük Birliği’nin Katma Protokolde öngörüldüğü şekilde 1995 yılında tamamlanması için gerekli hazırlık başlatılmıştır. İki yıl süren müzakerelerin sonucunda 5 Mart 1995 tarihinde yapılan Ortaklık Konseyi Toplantısı’nda alınan karar uyarınca, Türkiye-AB arasında Gümrük Birliği 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Türkiye, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde, Finlandiya’nın Helsinki kentinde yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde oy birliği ile AB’ye aday ülke olarak kabul edilmiş ve diğer aday ülkeler ile eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dil ile ifade edilmiştir. Helsinki Zirvesi kararlarına göre, Türkiye diğer aday ülkeler gibi bir ‘Katılım Öncesi Stratejisi’nden yararlanacaktır. Böylece Türkiye, topluluk programları ve ajansları ile aday ülkeler ile AB arasında, katılım süreci çerçevesinde yapılan toplantılara katılma imkânına sahip olacaktır. Zirvenin sonuç bildirisinde ayrıca, önceki AB Konseyi kararları çerçevesinde bir katılım ortaklığı hazırlanmasını da öngörmektedir. Bu doğrultuda Türkiye tarafından yerine getirilmesi gereken, kısa ve orta vadeli öncelikleri tanımlayan ‘Katılım Ortaklığı Belgesi’, 8 Kasım 2000 tarihinde, AB Konseyi tarafından kabul edilmiştir. 2002 yılında düzenlenen Kopenhag Zirvesi’nde, Türkiye’ye ilişkin olarak; 2004 yılı sonunda yayınlanacak İlerleme Raporu’nun olumlu olması durumunda gecikilmeden müzakerelerine başlanacağı yönünde bir karar alınmıştır. Diğer taraftan, Zirve’de; Türkiye için yeni bir Katılım Ortaklığı Belgesi’nin hazırlanmasına karar verilmiş ve Türkiye’nin bu belgeye cevabı niteliğinde olan Türkiye’nin AB Müktesebatını Üstlenmesine İlişkin Ulusal Programı’nın güncellenmesi gereği ortaya çıkmıştır. 2004 yılında Belçika’nın Brüksel kentinde yapılan zirve’de ise belli siyasi şartların yerine getirilmesi koşulu ile Türkiye ile müzakerelerin 3 Ekim 2005 tarihinde başlatılmasına karar verilmiştir.

İki binli yılların ilk çeyreği olan günümüzde uluslararası politik ekonomide reel politiğin hâkim olmaya başladığını, jeopolitik rekabetin kızıştığı, karmaşık ve öngörülmeyen tehlikeli sınamaların ön plana çıktığı aşikârdır. Özellikle bölgesel çatışmalar, ekonomi odaklı rekabet ve ticaret savaşları, toplumsal hareketlerin yaygınlaşması, popülist milliyetçi akımların güç kazanması ve iklim değişikliğinin yarattığı sosyo-ekonomik sorunlar uluslararası sistemi derinden sarsmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan ve zaman içinde pekişen, kurallara dayalı çok taraflı uluslararası sistemin, Avrupa bütünleşmesinin oluşumunda ve gelişimindeki belirleyici rolü düşünüldüğünde, yaşanan tüm bu değişimlerden en çok etkilenen aktörlerden biri şüphesiz AB olmuştur. Ne var ki bu duruma, AB’nin kendi içinde yaşadığı ekonomik sorunlar, AB içi ayrışmalar, düzensiz göç, terörizm, aşırı sağın yükselmesi, İngiltere’nin AB’den ayrılması (Brexit) gibi hususlar da eklenince, AB bütünleşmesinin geleceğine ilişkin endişeleri de arttırmıştır. Avrupa Parlamentosu seçimleri sonrasında yeni AB yönetiminin belirlenmesinde yaşanan sorunlar AB içindeki ekonomik ve siyasi kırılma hatlarının derinleşmesiyle birlikte AB’nin ‘’uluslarüstü’’ (supranational) gücünün ne kadar zayıfladığını göstermektedir. Covid-19 ile birlikte dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri olan AB’nin ve üye ülkelerin birbirlerini suçlamaları ve çaresizliklerini bahsetmeye kalksak sayfalar yetmez zaten.

Sonuç olarak, Türkiye-AB ilişkileri tarihsel derinlik, güncel ortaklık ve gelecek kazanımları içermektedir. İlişkilerimizdeki kısa vadeli, dönemsel sorunlar Türkiye’nin asırlardan beri her anlamda Avrupa’nın ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir. AB üyeliği, bu aidiyette ancak bir merhaleyi oluşturmaktadır. Coğrafya, siyasi çerçeve, ekonomik ilişkiler, ortak güvenlik dinamikleri itibariyle Türkiye, geçmişte olduğu gibi gelecekte de AB ile güçlü bağlara sahip olmaya ve bu bağı üyeliğe dönüştürme çabalarına devam edecektir. Dönüşen uluslararası sistemde, Türkiye ile AB ortak bir gelecek vizyonunu birlikte şekillendirmek zorundadır. Dünyada ve bölgede ekonomik rekabetin kızıştığı, Avrupa kıtasının küresel ölçekte ağırlığı ve etkisinin sorgulanmaya başladığı bir dönemde, AB’nin kendini yeniden tanımlamaya ihtiyacı vardır. Dünyamızda meydan okumaların, tehditlerin ve fırsatların artış gösterdiği bir konjonktürde Türkiyeli bir AB’nin önemi daha da artmıştır. Ayrıca, Türkiye’nin önünün açılması için kapatılan fasılların (başlıkların) bir an önce AB tarafından açılması gerekmektedir. Türkiye’nin de üzerine düşen ödevleri/yükümlülükleri yerine getirmesiyle birlikte, Gümrük Birliği’nin modernizasyonunda büyük bir yol kat edileceğini vurgulamak gerekir. Ezcümle; AB’nin şunu bilmesi lazım ‘’kazan kazan’’ politikası çerçevesinde Gümrük Birliği’nin modernizasyonu Türkiye ile var olan ticaret hacminin iki taraf yararına büyümesi/yükselmesi demektir.

Yorumlar

  • İ
    İhsan Kaya
    Zevkle okudum. Olayı özetlemişsiniz.

Yorumlarınızı Bize Yazınız

Soru Sor