Vergi, Maliye, Ekonomi, Sosyal Güvenlik, Ticaret Hukuku Hakkındaki Herşey

Vergi

Mehmet Nuri ASLAN
Mehmet Nuri ASLAN
1178OKUNMA

Servet Beyanı Olmadan Vergi Reformu Sadece Laftır

Çökmekte olan vergi sisteminin en önde gelen meselelerinden biri sistemin kontrol mekanizmalarının yetersiz oluşudur. Diğer bütün ekonomik arızaların ve yığınla sosyal dengesizliğin kaynağında vergi meselesi varsa, vergi sistemimizin sistem olmaktan çıkmasında etkili bir denetimin bulunmayışı ve özellikle servet beyanı uygulamasının yok edilmiş olması vardır. Bu nedenle, servet beyanını yeniden hayata geçirmeyi önermeyen her reform aslında bir aldatmacadır.

İddianın büyüklüğünün farkındayım. Bu satırları okurken saflığıma acı acı gülecekler olacaktır, bunu da biliyorum. Kimsenin bu konuda on yıllardır bir tek cümle söylemediği, tek satır yazmadığı yazamadığı bir gerçekliği böyle köşeli vurgulu biçimde dillendirmek kulaklara fena halde tuhaf gelecektir. Doğaldır. Çünkü güçlülerin çıkarına olmayan gerçeklerin söylenmediği irrasyonel bir toplumda yaşamaktayız.

‘Güne ve dengelere uyan’ güya gerçekler yaratıp onlarla “mış” gibi yaparak umutla yaşamak genel toplumsal tavrımız haline gelmiş durumda. Bu yaygın tutum ne ölçüde tutarlıdır, ne denli hoş görülebilir? Yazının çerçevesine sadık kalmak için bu konuya girmeyeceğim. Katı gerçeği vurgulayıp devam edelim: Ülkemizde vergi kaçakçılığı artık inanılmaz boyutlara ulaşmıştır, yolsuzluklarla rantlarla edinilmiş vergisiz servetlerin haddi hesabı yoktur, adı biraz da haklı olarak affa çıkmış son on yıldaki vergi yapılandırmaları ile birlikte diğer yanlış işler ve özellikle haksız uzlaşma uygulamaları, bir de denetim sisteminin büsbütün etkisizleştirilmesi yüzünden devlet ve bütçesi ve ondan medet uman dar gelirli kesimler büyük ölçüde dolaylı vergiye mahkum hale gelmiştir. Çünkü ne gelirler, ne servetler ne de tüketim doğru dürüst vergilenmektedir. Kayıt dışılık, iyimser tahminler ne derse desin, kanımızca azalmış değildir. Öyle olunca tüketim vergilerindeki kayıp kaçaklar da artmaktadır.

Vergi sistemi çöküp, vergi gelirleri yaratılan kamusal talebe yetmeyince, kamu borçları sürekli tırmanmaktadır.

Vergi sisteminin nasıl berbat bir şekilde tıkandığını ilişkin birkaç kanıt daha isterseniz, yazıyı rakamlara boğmamak için sadece iki oran vermekle yetineceğim:

  1. Gelir ve servet üzerinden alınan, adına dolaysız vergiler dediğimiz vergiler ülkemizde toplam vergilerin üçte birini oluşturmaktadır. Bizim gelir düzeyimizde olup böyle çarpık bir vergisel yapıya sahip tek bir ülke bulamazsınız. OECD ülkelerinde bu iki vergi grubunun ağırlığının birbirine yakın olduğu ülkeler varsa da çoğu ülkede dolaysız vergilerin payı çok daha yüksektir.

    Tersinden de söyleyelim: Tüketim üzerinden ülkemizde alınan dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki payı, tüm vergilerin üçte ikisine ulaşmıştır. Yakında yüzde yetmişlere çıkacağını tahmin etmek güç değildir. Yani toplanan her 100 liralık verginin kabaca 66 lirası KDV ve ÖTV başta olmak üzere adaletsizliği herkesçe kabul edilen vergiler olarak toplumun ve elbette en çok da dar gelirlinin sırtındadır. Üstelik mesele sadece adalet meselesi de değildir. Bu çarpık yapı bütün ekonomik kararların hatalı olmasına ve bu arada kaynakların yanlış tahsis edilmesine yani israfına sebep olarak yoksullaşmamıza yol açıyor. Borçlanmayı meselesini şimdilik bir yana bırakıyorum.
  1. Servet beyanı konusundaki görüşümüzü doğrudan destekleyen çok çarpıcı bir veri ise gelir vergisine ilişkindir: Beyannameli gelir vergisi mükelleflerinin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde birden daha azdır. Bir vergi sisteminin bel kemiği olması gereken gelir vergisi, büyük ölçüde bir ücret vergisi haline dönüşmüştür. Kurumlar vergisinde de durum daha iyi değildir. Toplam vergi gelirleri içindeki payı onda bir civarında kalmıştır. Vergi kaçağının orada da ciddi boyutlarda olduğunu, bunun dolaylı dediğimiz tüm vergilere yayıldığını uzun uzun açıklamak bile gereksiz.

Onca yıl lafı edilen onca vergi reformundan sonra neden bu noktadayız?

En büyük sebep toplumu bir veba gibi en küçük hücrelerine kadar sarmış olan hastalıktır, yani vergi kaçakçılığıdır. Yasalar ve sorumlular ne derse desin, beyan esasında alınan gelir vergisinde artık isteyen istediği kadar vergi öder hale gelmiştir. Sadece gelir vergisinde de değil. Her türlü vergide vergi kaçırmak hele son yıllarda hayatın olağan akışına çok daha uygun sayılmakta. Çok az sayıda kişi bu konuda ahlaksal sorumluluk duymaktadır, duyanlar da düpedüz enayi sayılmaktadır.

Zaten bozuk olan yapı neden bu ölçüde bozuldu, diye sorarsanız,

Devlet aygıtındaki çok yönlü örgütsel çöküşü anımsatmakla yetinip vergiye özel nedenlere ilişkin birkaç cümle yazacağım. Aflar bir nedense, bir başka geçerli neden vergi incelemelerinin özellikle son yıllarda ve kesinlikle bir siyasi tercih olarak vergi denetiminin yozlaştırılmış ve bilinçli biçimde etkisizleştirilmiş olmasıdır. Bir gecede binlerce vergi müfettişi almak, onca yıllık denetim birimlerini bir gecede yok etmek, vergi incelemelerini siyasal gücün aracı haline getirmek, vergi kaçıranları yasal işlemden bağışık kılmak bu etkisizleştirme sürecinin akla geliveren kilometre taşlarıdır.

Geldiğimiz nokta, ayyuka çıkmış naylon faturacılıktır; denetimin keyfiliği ve etkisizliğidir; yanlış muafiyet ve istisnalardır; kısacası sistemin çöküşüdür. En kötüsü ise devletin artık sadece dolaysız değil, dolaylı vergileri de tahsile edemeyişidir: ilk altı ayda beyan edilmesine karşılık tahsil edilebilen vergilerin oranı, yani tahsilatın tahakkuka oranı yüzde 25 civarındadır. Aynı dönem için yüzde iki olarak zaten yüksek hedeflenmiş bütçe açığının fiilen yüzde beşlere tırmanmasında yaşanan krizin yanı sıra bu gerçeğin payı da küçümsenemez.

Ülkemizde öteden beri toplanan vergi kadar verginin kaçırıldığı kabul edilir. Verginin tabana yayılması teranesi elli yıldır her hükümet programında yer alır, ancak vergi kaçakçılığının önlenmesi yolunda 1960 ihtilalinden sonra getirilen önlemler dışında alınmış etkili bir önlemden söz etmek gerçekten güçtür. Hükümetler vergi konusunda yasaları uygulamamayı, tıpkı kamu çıkarını peşkeş çekmekte olduğu gibi neredeyse güçlü seçmenlerine karşı kutsal bir görev saymaktadır. Öte yandan vergi kaçakçılığı, israf ve yolsuzluk yüzünden devlet her yıl daha çok borçlanmaktadır. Biz harcıyoruz, öderse çocuklarımız ödeyecek, bu ahlaksızlıktır.

Sorun sadece ahlak meselesinden ibaret değil. Borçlanmanın yığınla ekonomik ve sosyal soruna yol açtığı çok partili hayata geçtiğimiz 1950 yılından beri yaşanan on beşe yakın krize karşın kitlelerce ve siyasal çevrelerce hala anlaşılabilmiş değildir.

Aşikâr bir gerçeği bir kez daha yüksek sesle dillendirmek gerekiyor:

Servet beyanı hayata geçirilmeden vergi kaçakçılığı ile mücadele edilemez, bu mücadele yapılmayacaksa vergide reformdan söz etmek, ya cehalettendir ya da toplumu aldatmak çabasıdır.

Bugünkü toplumu bir süre için aldatmak ise ne yazık ki fazlası ile kolaydır.

Çöküş uyandırır. Deprem gibi.

Yorumlarınızı Bize Yazınız

Soru Sor