Vergi, Maliye, Ekonomi, Sosyal Güvenlik, Ticaret Hukuku Hakkındaki Herşey

Mükellef Hakları

Azat KAYA
Azat KAYA
5177OKUNMA

Elektronik Haciz Uygulamaları

Bilindiği gibi amme borçlularının banka hesaplarına Kamu Kurumları, özellikle Gelir İdaresi Başkanlığı’na bağlı olarak hizmet veren Vergi Daireleri ve Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından uygulanan elektronik haciz uygulaması mevcut haliyle bir garabete dönüşmüş durumdadır. Amme alacakları ile ilgili takip ve tahsil işlemlerini düzenleyen 6183 Sayılı Kanun dayanak gösterilerek yapılan elektronik haciz işlemlerinin mevzuatta öngörülenin aksine adeta mükellefin ticari ve ekonomik itibarını ve dolayısıyla ticari hayatını bitirici yönde ve hukuki teamüllere aykırı biçimde uygulandığı görülmektedir.

Söz gelimi herhangi bir vergi dairesinin icra servisi kendi sistemine girerek, amme borçlusu ile ilgili olarak; Türkiye Cumhuriyeti’nde faaliyette bulunan tüm Bankalara haciz bildirisi göndermektedir. Buraya kadar mevzuata aykırı bir durum söz konusu değildir. Amme alacağını takip ve tahsil gibi bir görevi olan ilgili amme idaresinin görevini icra etmesi doğal olduğu kadar kanuni bir zorunluluktur. Ancak bahse konu haciz bildirilerini gönderdikten sonra; uygulamada mevzuata açıkça aykırı bir şekilde mükelleflerin, hesaplarında 1-2 yıl gibi uzun sürelere yayılan blokajlarla ticari/ekonomik hayatlarına devam etmeleri gerekmektedir. Bankalar ilgili idareden yazı gelmedikçe haciz işlemini ve dolayısıyla blokajı kaldıramayacaklarını, ilgili idare ise borç ödenmeden ya da taksitlendirme, yapılandırma vb. kapsamında tecil edilmeden haciz işleminin kaldırılamayacağını öne sürmekte ve bu şekilde işlem tesis etmektedirler. Bankalar bu süreci daha da ileriye taşıyarak mükelleflerin kredi kartlarına ve ek hesaplarına dahi bloke uygulama yoluna gidebilmektedirler. İlgili alacaklı idare ısrarla elektronik haciz işlemini kaldırmamakta, bankalar da Kuruma haciz bildirisi tarihi itibariyle hesap ya da hesaplarda olan tutarı göndermemektedir. Kamu borcu için hesaba bloke konmakta ve aylarca hatta yıllarca o blokaj kaldırılmamakta, blokajdaki tutar da amme alacaklısı idare tarafından çekilmemektedir. Bu açıkça amir mevzuata aykırıdır.

Blokaja konu tutarları da uzun süreler ilgili amme idaresine göndermeyen bankalar bahse konu tutarları hem mükelleflerin kullanımına kapatmakta, hem de amme borcundan düşmediği için borca faiz işlemeye devam etmektedir. Örnek vermek gerekirse 5 bin TL tutarında parayı bloke edip 1 yıl çekmediğinde o paraya mevduat faizi işlememekte, aynı zamanda kamu borcuna mahsup edilmek üzere blokajdan tahsil edilmediği için kamu borcuna yasal faiz işlemeye devam etmektedir. Kısacası; mükellef kendi parasıyla kendi borcunu ödeyemez duruma düşürülmekte ve böylece faiz yüküne katlanmaya devam etmektedir. Dolayısıyla ilgili mükellefin hukuki haklarını araması ve konuyu yargıya taşıması durumunda, ilgili kurum ve bankalar blokaj konulan tutarlarla ilgili olarak işletilmeyen veya amme alacağına işletilen faizi de karşılamak durumunda kalabileceklerdir.

Konu ile ilgili olarak; 6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un Seri A Sıra No:1 Tahsilat Genel Tebliği’nin ; Amme Alacaklarının Korunması başlıklı İkinci Bölümününİhtiyati Haciz başlıklı kısmının 9 sıra numaralı bendinde ilgili bölümde şu şekilde yazılıdır. Kanun koyucu yukarıda sıralanan mevzuata açıkça aykırı duruma çok net ve açık ifadelerle işaret etmiştir.

9. 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre, ihtiyati veya kat’i haczin borçlunun her türlü mal, hak ve alacaklarına tatbik edilmesi mümkün bulunmaktadır. Ancak, borçlu olan bir şahsın bankalarda bir alacak ve hakkı bulunmamasına rağmen ileride borçlu adına doğacak alacaklar için bankalara haciz veya ihtiyati haciz bildirisi tebliğ edilmesi haczin “borçlunun mal varlığını hedef tutması” esasına aykırı düşecektir. Amme alacağından borçlu olan bir şahsın, bankalarda alacak ve hakkının bulunmamasına rağmen ileride tahakkuk edecek alacağından istifade etmek üzere geleceğe yönelik olarak bankalara haciz veya ihtiyati haciz tebliği, muhtemel bir alacak niteliğinde dahi tanımlanamayacak bir durum oluşturması ve bankanın bu hacizleri sürekli izlemesi veya banka tarafından yapılan tüm işlemlerde bir süreye de bağlı kalınmaksızın borçlu adına mal, hak ve alacak doğup doğmadığının takip edilmesi, doğması halinde haciz veya ihtiyati haciz uygulanmasını gerektirir ki bankalara böyle bir külfet yüklemeye imkan bulunmamaktadır. Bu nedenle, bankalara yapılacak haciz ve ihtiyati haciz tebliğlerinin sadece tebliğ tarihi itibarıyla amme borçlularının mevcut olan varlıklarını konu alması ve bu kişilerin ileride doğabilecek alacakları için haciz ve ihtiyati haciz tebliğinde bulunulmaması icap etmektedir.

Bu maddeyi okuyan herhangi birinin çıkarması gereken sonuç şöyle olacaktır. Herhangi bir alacaklı idare; amme alacağı ile ilgili ihtiyati haciz yoluna gitmişse ve bunu elektronik haciz yöntemini kullanmak suretiyle yapmışsa ilgili banka ya da bankalar nezdinde bir menkul varlığın olması gerekmekte ve haczin kapsamının ise haciz anı itibariyle, daha açık ifade ile banka şube ya da merkezine elektronik haciz bildiriminin yapıldığı gün itibariyle sınırlı olması gerektiğidir. Yani kamu idaresi elektronik haciz bildirimi yaptığı bir hesapla ilgili ilanihaye hesaba girecek tüm menkul varlıkları haczedemez. Bankalar da kendilerine gelen elektronik haciz bildirimlerini bu şekilde zamana yayarak mevzuata açıkça aykırı şekilde, müşterilerinin ekonomik/ticari hayatlarını olumsuz yönde etkileyecek ve kredibilitelerini sarsacak bir biçimde adeta ‘Demokles’in kılıcı’ gibi bekletemezler.

Sonuç olarak; yaygın olarak kullanılan ve her geçen gün daha fazla amme borçlusunun ekonomik ve ticari hayatını zora sokan elektronik haciz uygulamasındaki usulsüzlükler,  ekonomik ve ticari hayatın karmaşıklığı ve zorluğuna yapısal ekonomik krizler de eklendiğinde daha da vahim bir hal almaktadır. Her biri kanunlara göre çalışmak zorunda olan birden fazla resmi  kurum ya da kuruluşun ortaklaşa edimi sonucu mükellefler mağdur edilmektedirler. Başta 6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ve 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun hükümleri çok açık olduğu halde, çözümü de konu ile ilgili olarak Kamu Otoritesinin bir uygulama birliğini tesis etmesi ve böylece bu mağduriyetlerin önüne geçilmesidir.

Yorumlarınızı Bize Yazınız

Soru Sor