Vergi, Maliye, Ekonomi, Sosyal Güvenlik, Ticaret Hukuku Hakkındaki Herşey

Vergi

Nazmi KARYAĞDI
Nazmi KARYAĞDI
1817OKUNMA

Maliye Vergi Alacağı Stokunu Özel Sektöre Satabilir mi?

Basında zaman zaman şu haberlere rastlayabiliyoruz (1):

Türkiye Garanti Bankası KAP'a yaptığı açıklamada, 410,6 milyon TL değerinde tahsili gecikmiş alacağını 17,1 milyon TL'ye Varlık Yönetim şirketlerine sattığını duyurdu”

“Türkiye İş Bankası 403 milyon lira değerindeki alacağını34 milyon liraya sattı”

“Denizbank 214 milyon lira değerindeki alacağını 23 milyona Varlık Yönetim Şirketine sattı”

“Şekerbank 139,6 milyon lira değerindeki alacağını 7,2 milyon liraya devretti”

Peki; Maliye Bakanlığı birikmiş vergi ve ceza alacaklarını Varlık Yönetim Şirketlerine ya da Faktöring Şirketlerine satabilir mi, satmalı mı?

Maliye’nin kesinleşmiş ve bir önceki af yasası (6736 sayılı Kanun) kapsamına giren alacak tutarı 30 Haziran 2016 itibariyle 90,7 milyar lira idi.

Bu tarihten 31 Mart 2017’ye kadar biriken ve yeni af yasası (7020 sayılı Kanun) kapsamına giren yeni alacak tutarı ise 47,4 milyar lira oldu. Bu alacağın 30,5 milyar lirası vergi aslından oluşuyor.

Vergi mükelleflerince önceki af yasasına başvurularak taksitlendirmeye (yapılandırma) gidilen tutar 47,4 milyar lira yani toplam alacağın %52,2’si oranında gerçekleşti. Yani 43 milyarlık borç için başvuruda bulunan dahi olmadığını görüyoruz.

Önceki yasadan yararlanmayan borçlar ile bu yasa kapsamında yeni doğan borçları topladığımızda yaklaşık (47 +43=) 90 milyarlık bir vergi ve ceza stokunun oluştuğunu görüyoruz.

“Cami avlusuna bırakılan bebek” vergi inceleme raporları

Taksitlendirme için başvuruda bulunulmayan vergi alacaklarının bir kısmının fiktif (hayali) vergi ve ceza alacakları olduğunu söyleyebiliriz.

Şöyle ki; çaycı, odacı, hamal, şirket personeli vb. üzerine tesis ettirilen vergi mükellefiyetleri üzerinden milyonlarca liralık naylon fatura (sahte belge) ticareti yapıp ortadan kaybolan, kendisine ulaşılamayan ya da ulaşılsa da ceketinden başka bir mal varlığı olmayan kişiler adına vergi inceleme elemanlarınca salınan vergiler ve kesilen 3 kat kaçakçılık cezaları için düzenlenen vergi inceleme raporları sözkonusu oabilmektedir.

Bizim “cami avlusuna bırakılan bebek raporu” olarak adlandırdığımız bu raporları Gelir İdaresi, Türk filmlerinde bebeğe sahip çıkan babacan komiserimiz Hulusi Kentmen gibi, sahiplenmekte, mükellefi aramakta, takibe almakta, bulamazsa gazetelerde çarşaf çarşaf ilanen tebligat yapmakta ve neticede de alacak stoğuna tahsil kabiliyeti olmayan devasa rakamlar olarak eklemektedir.

İşin ikilem yaratan bir başka tarafı ise bu raporların yıllardır denetim birimlerinin sayısal başarı hanesine yüksek başarı olarak ekleniyor olmasıdır.

Vergi afları tahsil edilmemiş alacaklar için sebep mi sonuç mu?

Bu durumda haklı olarak kamuoyunun zihnini yukarıdaki soru meşgul ediyor. Af yasası çıkarılırken idarenin tahsil edemediği, stokta bekleyen, tahsil etmesi için ilave çaba sarfetmesi gereken alacakların herhangi bir emek sarfedilmeden tahsili imkanı sağlanmış oluyor.

Ya da affın sonucunda ortaya çıkan bir durum olarak ele alırsak; vatandaşla devlet arasında barışmaya vesile olan vergi afları sayesinde stoktaki alacaklar da eritilmiş oluyor.

Acaba birikmiş stok nedeniyle mi af yasaları çıkarılıyor ya da af yasaları sayesinde mi birikmiş alacaklar eritilmiş oluyor. Yani sebeple sonucun iç içe geçtiği bir durum sözkonusu.

ABD Gelir İdaresi (IRS) alacaklarını özelleştirdi

Geçtiğimiz Aralık ayında ABD Kongresinden geçen Adil Borç Toplama Uygulamaları Yasası (Fair Debt Collection Practices Act) ile vadesi geçmiş ve kesinleşmiş vergi alacakları için 4 şirket seçildi.

Görevlendirilen bu şirketler, 10 yıllık tahsilat zamanaşımı süresi içinde hayli eski olan, devlet adına bekleyen, IRS’ın tahsilat yapabilecek kadar kaynak, personel ayıramadığı ve bugüne kadar da herhangi bir sonuç alamadığı vergilerin tahsili için çalışacaklar.

Uygulamada IRS öncelikle vergi mükellefini borçların tahsil işlemi için özel şirketin görevlendirildiği konusunda bilgilendirecek. Daha sonra ise özel şirket benzeri mahiyette bir bilgilendirmeyi mükellefe yapacak.

Ardından Şirket, ödeme için bilgilendirme ve yönlendirme yapacak.

Tahsilatı şirketler bizzat yapmayacaklar. Mükellefler, Hazineye veya IRS’e ait elektronik ödeme kanallarından ödeme yapacaklar. Ya da çekle doğrudan IRS’e ödeme yapacaklar.

Öte yandan şirketler tahsilat sürecinde temel mükellef haklarına ve diğer yasalardan kaynaklanan haklara riayet etmek zorundalar.

Yapılacak tahsilatın %25’lik kısmı tahsilatı sağlayan şirkete ödenecek.

Son 18 yıl içinde IRS’in iki kez özel vergi toplayıcılarına gittiği görülüyor. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki ABD kamuoyunun tamamı özel vergi toplayıcılığının iyi bir fikir olduğu yönünde düşünmüyor. Örneğin ABD’de resmi bir müessese olan Ulusal Vergi Avukatlığı (National Tax Advocate), “Bu uygulamanın çok kötü bir fikir olduğunu zaten son olarak yapılan 2006-2009 uygulamasından da yeterli gelirin toplanamadığını” açıklamıştır.

Öte yandan sahte telefon aramaları ve mektuplar ile mükelleflerden yapılan tahsilatlar yani dolandırıcılık faaliyetleri geçmişte de bugün de bu yöntemin sakıncalı yanları arasında yer alıyor.

Bu nedenle de mükellefle temasta telefonla değil, yazılı iletişim kuralı getirilmiş durumda. Ancak tahsil edilen bedelin %25’inin şirketlere kalacak olmasının verdiği motivasyon nedeniyle, uygulamanın nasıl şekilleneceği merak konusu.

Türkiye için uygun mu?

Özel sektörün tahsil edemediği alacaklarını, alacak tahsili konusunda uzmanlaşmış varlık yönetim şirketlerine, faktöring şirketlerine devretmesi makul ve rasyonel bir uygulamadır.

Ancak kamu alacağının, tahsilinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun uyarınca etkin bir irade ve yapılanma ile tahsilatın yapılamaması hemen hemen imkansız gibidir. Zira devlet hem organizasyonel açıdan hem de yasal açıdan borçlulara karşı güçlü durumdadır.

Son yedi yıldır telekomünikasyon sektöründe görev yapan ve bu sektörde tahsilat süreci konusunda çalışma yapan bir kişi olarak söyleyebilirim ki -amiyane bir tabirle ifade edecek olursak-ufak bir temas (dürtme) ile pek çok tahsilatın kolaylıkla yapılabileceğini görebiliriz.

Diğer taraftan Türk vergi tarihi incelendiğinde, bugün sosyolojik olarak vergiye karşı bir direnç sözkonusu ise bunun temel nedenlerinden birinin Osmanlı döneminde mültezimler eliyle yani özel kişiler eliyle vergi toplanması olduğunu söyleyebiliriz. Keza Düyun-u Umumiye İdaresi de toplumda vergiye karşı direncin bir başka nedenidir.

Tarihimizdeki pek çok vergi isyanının da mültezimler tarafından yapılan hukuksuz, adil olmayan ve kimi zaman da acımasız vergi toplama (el koyma) faaliyetleri nedeniyle çıktığı bir gerçektir.

Bu nedenle de birikmiş vergi alacaklarının özel sektöre satılarak tahsil edilmesinin ülkemizin tarihi ve toplumsal hafızası açısından uygun bir yöntem olmadığı kanısındayız. Özel sektör tarafından her ne pahasına olursa olsun yapılacak tahsilat uygulamaları toplumda vergiye karşı bir direnç yarattığı gibi Devlete olan güveni de sarsacaktır.

Bu nedenle de çözümün, Gelir İdaresinin tahsilat fonksiyonunu daha modern ve etkin hale getirmesinden geçtiğini düşünüyoruz.

Dipnot:

  1. 2016 son çeyrekte Türk basınında yer alan haberler.

Yorumlarınızı Bize Yazınız

Soru Sor