Vergi, Maliye, Ekonomi, Sosyal Güvenlik, Ticaret Hukuku Hakkındaki Herşey

Mükellef Hakları

Nazmi KARYAĞDI
Nazmi KARYAĞDI
3201OKUNMA

Mükellef Hakları Bildirgesi ne demektir?

Dünya iktisat tarihi incelendiğinde tarımdan sanayiye oradan da hizmet sektörüne doğru bir gelişmenin olduğu görülür. Günümüzde ülkeler, bilgi işlem teknolojisinin hızla gelişmesine, çok uluslu şirketlerin yayılmasına kısacası küreselleşmenin gittikçe yaygınlaşmasına tanık olmaktadırlar. Ekonomi ve teknolojideki bu gelişim ülkelerin gelir idarelerini de bu değişimin içerisine çekmektedir. Doğaldır ki değişimin dışında kalmak ya da bir başka ifadeyle değişimin aktörleri arasında yer alamamak, gerek ulusal ekonomi gerekse vergi sistemi açısından Adam Simith’in ünlü çalışması olan “Ulusların Zenginliği” kavramının tersi bir durumu yani“Ulusların Fakirliği” kavramını doğuracaktır kanısındayız.

I - Tarihsel Perspektif

Milattan Önce 2000 yılında mağara duvarlarında kazınan resimlerinde görülen vergi tahsildarları günümüz gelir idarelerinin ilk yapılanma örneğini oluşturmaktadır. Elbette ki vergi cennetleri, vergi harcamaları, transfer fiyatlandırması gibi küreselleşmenin vergisel sonuçları 1404 yılında İngiltere’de Parlamentonun kabul ettiği Dünyanın ilk gelir vergisi yasasının karşılaştığı sorunlar değildi.

Verginin sistematiğinde, toplanılmasında maydana gelen değişmeler onun fiskal yönünde de değişime neden olmuştur. Daha açık bir ifadeyle vergiyi bir fiskal kaynak olarak görmek şeklindeki temel yaklaşım değişime uğramış ve verginin psiko-sosyal yapısı da gelir idarelerinin gündemine girmeye başlamıştır.

Gerek dünyada gerekse ülkemizde klasik kitaplar haline gelen “Kamu Maliyesi” kitapları incelendiğinde, vergilerin mali sonuçları ve ekonomik sonuçları değerlendirme konusu yapılırken, vergilerin sosyal sonuçlarına ve psikolojik sonuçlarına rastlamak pek mümkün değildir. Ancak temelde mali bir işlem gibi cereyan eden vergi verme ve vergi alma işlemi aslında birey ile devlet arasında cereyan eden ve vergi ödeyenin psikolojisi üzerinde etkiler meydana getiren bir olgudur.

Öte yandan küreselleşme sadece ekonomik alanda cereyan eden bir olgu olmayıp aynı zamanda kültürel alanda, insan hakları ve demokrasi alanında da tüm dünyada etkileşimlere neden olan bir katalizör olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm toplumlar başta kişi başına düşen gelirin artmasını talep etmekte ve bu yönde çalışmakta, ancak bu ekonomik gelişme, demokrasi ve insan hakları alanında da gelişmelere ve yeni taleplere neden olmaktadır. Daha açık bir ifadeyle evrensel değerler zamanla evrensel talepler ve evrensel gerçekler haline dönüşmektedir.

Küreselleşmenin ya da bir başka ifadeyle serbest piyasa ekonomisinin gelişmesi ve yaygınlaşması geçmişte yer alan “Devlet birey için mi vardır?” yoksa “Birey devlet için mi vardır” sorusunun “Devlet, birey için vardır” şeklinde toplumlarda kabul görmesi sonucunu doğurmaktadır.1

Bu bakış açısı, temel insan haklarının gelişmesi amacıyla birebir örtüşen bir sonucu da yansıtmaktadır. İnsan hakları kişilerin, kanun karşısında cins, ırk, din, dil, yaş, tabiiyet, düşünce farkı gözetilmeksizin eşit oldukları ve insan olmak sıfatı ile doğuştan, devredilemez doğal birtakım haklara sahip oldukları esasını içermektedir. Kişi kakları ise insan kişiliğine bağlı, doğuştan dokunulmaz, devredilmez haklardır. Her iki kavramı bir arada dikkate aldığımızda insan haklarının, kişi hakları ile birlikte diğer siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik hakları da kapsadığını görmekteyiz.

Tarihsel perspektiften bakıldığında 1215 tarihinde imzalanan Magna Carta, İngiltere kralının sonsuz olan yetkilerini din adamları ve halk adına sınırlamış, vatandaşların özgürlüklerini belirlemekten çok, toplum güçleri arasında bir denge kurmuştur.

Keza 1628 tarihli “Petition of Rights” (Dilekçe ya da talep hakkı) ile, parlamento tarafından kabul edilen bir yasa olmadıkça İngiltere’de hiç kimseden para, vergi alınamayacağını ve savunması alınmadan hiç kimsenin tutuklanmayacağı hükme bağlanmıştır.

Ulusal tarihimiz açısından bakıldığında ise 1839’da Sultan II. Mahmud tarafından ilan edilen Tanzimat Fermanı da gerek Müslim ve Gayrimüslimlerin yasa karşısında eşit olduklarının kabulu ve gerekse getirmiş olduğu mali düzenlemeler nedeniyle insan hakları ve bunun altında da mali haklar konusunda önemli tarihsel belgeler arasında yer almaktadır.

II - Vergisel Haklar

Maliye ile ilgili kitapların pek çoğunda verginin klasik tanımı; “Devletin egemenlik gücüne dayanarak, kamu giderlerini karşılamak amacıyla yaptığı zor alımdır.” şeklindedir. Feodal devlet düzeninden kalma bu tanım, klasik devlet anlayışının vatandaşa bakış açısının en somut örneğidir. Modern devletle birlikte bu tanımın şu şekilde değişmesi gerektiği düşüncesindeyiz: “Vergi, devletin etkinliği sağlanmış ve şeffaf kamu giderlerini sağlamada-ki bunlar adalet, eğitim, sağlık, iç ve dış güvenlik ve altyapı harcamalarıdır- ekonomik faaliyetleri en az etkileyerek adalet, eşitlik ve yasallık ilkeleri çerçevesinde, toplumsal uzlaşmayı sağlamak koşuluyla almış olduğu parasal değerlerdir.”2

Bu bakış açısının günümüzde gelişmiş ekonomilerde de model olduğunu görmek mümkündür. Nitekim OECD üyesi ülkelerin gelir idareleri tarafından yayınlanan mükellef hakları bildirgeleri de bunun en somut örneğidir.

Büyük bir çoğunluğunun temeli, II. Dünya Savaşı sonunda yürürlüğe giren vergi yasaları olan, günümüzdeki düzenlemeler irdelendiğinde hepsinde vergi mükelleflerinin yükümlülüklerinden oldukça geniş ölçüde bahsedildiğini görmek mümkündür. Aslında bu pek de yadırganacak bir durum değildir. Çünkü vergi ödemek bir yükümlülüktür, bir zorunluluktur. Ancak yukarıda da bahsedildiği üzere temel ekonomik ve sosyal değişimler gelir idarelerinin vergiye bakış açılarını da etkilemiştir. Artık günümüzde vergi mükellefleri bir takım yükümlülüklere sahip olmalarının yanısıra bir takım haklara da sahiptirler.

Mükellef Hakları Bildirgesi olarak vergi literatürüne giren bu olgu kimi ülkelerde vergi yasalarının içerisinde yer alan bir belge iken kimilerinde de yasada yer almayan ancak İdare tarafından deklare edilen bir belge niteliğindedir.

Her ne şekilde yayınlanmış olursa olsun Mükellef Hakları Bildirgesi, vergi ödeme süreci içinde mükellefin sahip olduğu hakları içeren bir belgedir. Her ne kadar her ülkenin bildirgesi kendine özgü olsa da tüm bildirgeler;

  • Bilgilendirme, yardım ve haber hakkı,
  • Başvuru hakkı,
  • Verginin gerçek tutarını ödeme hakkı,
  • Kesinlik hakkı,
  • Gizlilik hakkı

konularından bir kısmını ya da tamamını içerirler.

Esas itibariyle her ülkede mükellef hakları bildirgesinin ortaya çıkışı farklı farklı nedenlere dayanmaktadır. Bu farklılıkları kimi zaman bildirgelerin içeriğinde görmek mümkündür. Örneğin ABD Gelir İdaresi IRS’in mükellef hakları bildirgesi, 1996 yılında Senato Finans Komitesi Başkanı William V. Roth Jr. tarafından yürütülen IRS hakkındaki geniş kapsamlı araştırma sonucunda3 gündeme gelmiştir. Bu araştırmada, vergi toplama süreci içinde mükelleflerin en temel haklarının ihlal edildiği tespit edilmiş, bu durumu düzeltmek ve mükellef haklarını korumak amacıyla 1998 yılında Mükellef Hakları bir yasa olarak Amerikan hukuk sistemine dahil olmuştur.

1999 yılında başladığımız Türk Vergi İdaresine yönelik model arayışları çerçevesinde kaleme aldığımız “Toplam Kalite Yönetimi ve Türk Vergi İdaresi” konulu çalışmamızda yer verdiğimiz İngiltere ve Avusturya gelir idarelerine ait Mükellef Hakları Bildirgelerinin ise Amerikan Mükellef Hakları Bildirgesinden amaçsal farklılık nedeniyle kimi noktalarda ayrıldığını görmekteyiz.

III - Gelir İdaresi Başkanlığı Mükellef Hakları Bildirgesi

2005 yılında Gelirler Genel Müdürlüğü’nün yerine kurulan Gelir İdaresi Başkanlığı’nın temel kuruluş nedenleri arasında mükellef odaklılık ilkesi yer almaktadır. Bu kapsamda Türk Gelir İdaresi, geçtiğimiz ayın son günlerinde Mükellef Hakları Bildirgesini kamuoyuna açıkladı. Mükellef Hizmetleri Daire Başkanlığı’nca hazırlanan ve Gelir İdaresi Başkanlığının 10 no.lu yayını olarak yayınlanan Mükellef Hakları Bildirgesinin en önemli özelliği Türkiye koşullarına göre hazırlanmış olmasıdır. Tamamen çeviri niteliğinde olmayan ve diğer ülkelerin tarihsel geçmişlerine dayanan maddeleri içermeyen bu belge, İdare ile mükellef arasında çağdaş, samimi ve açık bir iletişimi öngörmektedir.

Metinde kullanılan gelecek zaman ekleri, İdarenin mükelleflere tek taraflı olarak açıklamış ve mükelleflerinde sahibi oldukları mükellef haklarını ifade etmektedir. Nitekim bu tür ifade yönetimini OECD uygulamasında ya da örneğin Avusturya Vergi İdaresi uygulamasında da görmek mümkündür.

İster yasal düzenleme olarak isterse İdarelerin tek taraflı niyet beyanı olarak yayınlamış olsun, Mükellef Hakları Bildirgelerinin iki temel özelliğinin bulunması gerektiği kanısındayız. Birincisi; İdarelerin samimiyetle ve açıklıkla yerine getirmeyi ileri sürdükleri hakları bu belgelere dahil etmeleri, ikincisi de bu hakların hayata geçmesi yönünde çaba göstermekleridir.

Gelir İdaresi Başkanlığı’nca yayınlanan Mükellef Hakları Bildirgesinin bir diğer özelliği de sadece mükellef haklarını içerip, mükellef yükümlülüklerini içermemesidir. Bazı ülke uygulamaları irdelendiğinde önce mükellef haklarının sayıldığı ardından da mükelleflerin yükümlülükkerine yer verildiği görülmektedir. Hatta bir kısmında yükümlülükler, hakları elde etmenin koşulu gibi sıralanmışlardır.

Öncelikle, yasalarda yer alan tüm yükümlülüklerin bir de Mükellef Hakları Bildirgesinde yer alıyor olması, bilinenin tekrarından başka bir sonuç doğurmayacaktır. Nitekim Vergi Usul Kanunu’muza baktığımızda “Mükellefin Ödevleri” başlığı altında etraflıca mükelleflerin yükümlülüklerini görmek mümkündür. Öte yandan yeni bir bakış açısıyla hazırlanan bir belgede, bilinenin tekrarlamanın da bu bakışa herhangi bir katkısı olamayacağı açıktır.

Sonuç olarak özetlemek gerekirse, ülke içinde mükellef odaklı gelir idaresine geçişte bir adım olarak değerlendirilebilecek Mükellef Hakları Bildirgesinin yayınlamış olması , aynı zamanda ülkemizin OECD üyesi ülkeler arasında bu tür belgeye sahip ülkeler grubuna girmesi anlamına da gelmektedir.

Mükellef-İdare ilişkilerinde haklar dengesi 1990’ların başında gelişmiş ekonomilere sahip ülkelerde gündeme gelmiştir. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetimizin ilk yıllarında mükellef ile Devlet arasında hak-yükümlülük dengesini gösteren şu sözleri Türk vergi tarihinin önemli kilometre taşlarından birisini oluşturmaktadır:

“Cumhuriyet rejiminde nef’i hazine demek; kanunun hazine lehine tesbit ettiği hakla, kanunun mükellefi karşılaştırdığı vazifeyi gayet denk bir halde tutmak demek olduğunu bir an hatırlardan uzak tutmamak önemli prensibimizdir.”


1 Nazmi KARYAĞDI, “Toplam Kalite Yönetimi ve Türk Vergi İdaresi”, Ankara Sanayi Odası Yayını, Mart 2001, s. 347

2 KARYAĞDI, “Toplam Kalite Yönetimi ve Türk Vergi İdaresi”, s.22

3 Sözkonusu araştırma sonuçları Senatör William V. Roth ve William H. Nixon tarafından yazılan ve 1999 yılında yayınlanan “The Power to Destroy” (Yoketmek için Güç) adlı kitapta ayrıntılı bir şekilde yer almaktadır.

Yorumlarınızı Bize Yazınız

Soru Sor